Facebook link

https://www.facebook.com/gezginyogini

23 Ekim 2013 Çarşamba

Cennet mi? Granada'yı gördün mü hiç?


Sabah 9 daki otobüse binip 3 saatlik Granada yolculuğuma başladım. 12:30’da Granada’da terminaldeydim, hostele vardığımda saat 2 olmuştu. Plaza Trinida yakınlarında şirin bir hosteldi; Barbieri Granada. Hostele girişimi yapıp odaya geçtim, biraz dinlenip çıkacaktım. Odadaki bir eleman beni muhabette tutunca kurtulmak için saate baktığımda 14:41 rakamlarıyla karşılaştım , o panikle odadan öyle bir fırladım ki arkamdan şaşkınlıkla bakakalmış olmalı.

Paniklemiştim çünkü Alhambra sarayına giriş biletim saat 3’te idi. Koşa koşa hostelin resepsiyonundaki kadının yanına vardım ve en kısa yoldan nasıl varabileceğimi sordum. Kadın eğer 3’e yetişemezsem giremeyebileceğimi söyleyince götüm tutuştu ve hemen bir taksi çağırmayı teklif ettim. Alhambra’nın dış kapısına vardığımda saat 15:15 idi ve 15’te kapısında bulunmam gereken saraya varmak için oraya kadarki yolu hızlı hızlı yürümek zorunda kaldım ve görevliden rica ederek gecikmiş dahi olsam içeri girebildim.



Alhambra ; İslam mimarisinin ortaya çıkardığı en iyi yapılardan biri diyebiliriz. Dünya üzerinde sütunlarının , kemerlerinin,kapılarının, duvarlarının, tavanlarının üzerinde Allah adının en çok geçtiği saray olduğu söyleniyor.Uzun yıllar hiçbir bakım yapılmadan harabe haline dönüşmesi beklenen saray 19.yy’da başlayan restorasyon çalışmaları sayesinde akın akın ziyaretçinin ilgisini çekmeye başlamış.

 Sarayın odalarında ve bahçelerinde gezerken bir masalın içerisinde yürüdüğünüz izlenimine kapılıyorsunuz.  Annelerinizin gece yatmadan önce sizlere okuduğu masallardaki sarayların taşa toprağa dönüşmüş hali burası. Sarayın pencerelerinden şöyle bir etrafıma baktığımda çağlar gerisine giden bir hayalin içine düşüvermiş, pencerelerde beyaz atlı prensini bekleyen bir prenses oluvermiştim. Sonrasında aynı pencereden bakarken “babamın bir atı olsa binse de gelse, annemin yelkeni olsa açsa da gelse” benzeri türküler söyleyen evinden yurdundan koparılmış Trakyalı bir kadın olup özüme dönüverdim tabi. Sarayın bende yarattığı hissiyat; bu güzelliğin içinde yaşamış olan kadınların mutsuz, bekleyen kadınlar olduğu; özgürlük haricndeki tüm güzelliklere sahip saray köleleri…


Saraydan yürüye yürüye Generalife bahçelerine geldim. Burayı görüp büyüsüne kapılmamak elde değil gerçekten. Burada cenneti bulmuşlar zaten, hayali bir cennete ulaşmak için Arabistan çöllerine gidip şeytan taşlamaya gerek yok, burada hazır yapılmışı var deyip THY’den aksi yöne bir bilet almak cenneti görmek için yeterli. Zaten sonradan öğrendiğim kadarıyla Cennet El-Arif’ten İspanyolca’ya Generalife olarak geçmiş.







Akşamüstü yorgun ve bitkin bir halde Granada’daki Plaza Santa Ana meydanında oturup Alhambra’nın akşamüstü kızıllığındaki manzarası eşliğinde bir şeyler yemek istedim. Gazpacho dedikleri özel yemeklerini merak edip sipariş ettim, daha önce de belirttiğim gibi İspanya’da vejetaryen bir şeyler bulmak çok kolay değil, bulunca da denemek istedim. Gelen şey soğuk domates çorbasıydı, yanında da küp küp doğranmış domates, biber, soğan geldi, garson kız işaretlerle bunları çorbanın içine atmamı söyledi. Ne mükemmel bir tat diyemiyorum, bir yerden sonra bayıyor, yarısına kadar içebildim çorbayı.



Sonra oradan kalkıp Plaza Nueva’ya yürüdüm, oturup bir bira içme fikri güzel geldi. Oturduğum yerinin adının Nemrut olduğunu fark edince yurttaşlarımı görmek için içeri girdim.Türkiye- Romanya maçının olduğu akşamdı ve iki adam Türkçe konuşarak maşı izliyordu. Önce Türk müsünüz diye sordum, sonra aksanlarındaki değişikliği fark edip Türkiye’den misiniz diye değiştirdim sorumu. Kürt oldukları aksanlarından belli olan iki memleketlim ile biraz sohbet ettikten sonra tur saatini kaçırmamak için Plaza Santa Ana’ya geri döndüm yine.

Bahsettiğim tur Segway turu, scootera benzeyen ama büyük tekerlikli bir aracın üzerinde vücudunun dengesi ile ilerliyorsun. Vaktim az olduğu için Albayzin ve Sacromonte bölgelerini böyle bir turla gezmeye karar vermiştim.

Segway’de dengede durmakta zorlandım önceleri. Giydiğim turuncu yelek ve başımdaki kasketle komik görünüyordum, bu şehrin masalsılığından uzak bir görüntüydü. Rehber kızın anlatımları eşliğinde Albayzin ve Sacromonte bölgesini gezdik. Belirli dönemlerde Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin yaşadığı bu şehirde bir çok kültürün birbiriyle harmanlaşmasını görebiliyorsunuz.






Sacromonte buradaki Çingene mahallesi. Mahallenin her sokağında Flamenko seslerini duyuyorsunuz. Evler bar halini almış, akşamları gelen turistlere Flamenko ziyafeti çekiyor. Çingeneler savaş döneminde gelip dağın üzerine, eteklerine yerleşmişler. Bizim gezdiğimiz bölüm Sacromonte’nin yasal olan alt bölümü, yani burada yaşamak için vergisini veren insanların olduğu bölüm. 



Dağın üst kısımlarında ise 200 kişilik bir koloni yaşıyormuş, su , elektrik yok ve vergi vermiyorlar, komün bir hayat sürüyorlar. Çok merak etmeme rağmen oraya ziyareti bir sonraki seferime ertelemek zorundaydım.


Flamenko gösterileri genellikle gece 9-10 gibi başlıyor. Bu mükemmel gösterilere gidecek zamanım olmadığı için gerçekten çok üzgün olduğumu söylememe gerek yok bence. Bir dahaki gelişimde bu güzel şehre çok daha fazla zaman ayıracağım. Sokaklarında boş boş gezmek, Flamenko’nun keyfine varmak, havasını bol bol ciğerlerime doldurmak istiyorum.

Granada’ya gidiyorsanız gündüzün kavurucu sıcağına rağmen akşam soğuktan titreyeceğinizi göz önünde tutmanız, yanınıza mutlaka hırka almanız gerektiğini hatırlatmak isterim. Tecrübeyle sabit öneriler bunlar.
Granada İspanyolca “nar” demek. Bir zamanlar meyve ticaretinin yapıldığı bir yer Granada, sokaklarda birçok nar figürü görmenizin nedeni bu.

Hiç ama hiç doyamadan sabahın 6’sında Granada’ya elveda dedim. Elvedamı derken bu masal şehrine tekrar geleceğimin sözünü verdim defalarca  kendime.

Granada'da Flamenkoyu merak edenler için iyi seyirler:




PS:  Blabla car isimli bir siteden sabahın 6’sında Granada’dan Sevilla’ya gidecek bir araba bulmuştum, yolculuğumu onlarla yaptım. Sitenin mantığı : insanlar yolculuğa çıkmadan önce gidecekleri yeri, ne zaman hareket edeceklerini, arabada kaç kişilik boş yerleri olduğunu yazıyor ve ücret paylaşılıyor. Çok mantıklı ama henüz Türkiye’de işlerliği olan bir site değil.

10.09.2013 - Granada

...y Sevilla , finalmente estoy aquí , ole :)


Bugün Roma’dan ayrılıp Sevilla’ya geçiyorum. İspanyol rüzgarı havaalanında Sevilla uçağı sırasında beklerken esmeye başladı bile. Atarlı atarlı birbirine bağıran, kahkahalarla gülüşen, yüksek sesle sohbet eden İspanyolların arasında uçak sırası bekliyorum.  Dediklerinden hiç bir şey anlamasam bile yansıttıkları enerji kendimi mutlu hissetmemi sağlıyor. Bu eğlenceli insanların yaşadığı topraklara, İspanya’ya gidiyorum, Endülüs’e,Flamenko’nun kalbine…

Yaklaşık 3 saatlik yolculuğun ardından Sevilla’ya ayak bastım sonunda. Havasını içime çektim, bir “oh be” dedim.

32 derece sıcakta sırtımda ve elimdeki çantalarla 15-20 dk yol yürüdükten sonra hostelin bulunduğu sokağa geldim. Vıcık vıcık ter olmama rağmen o daracık sokakları , alçak, güzel evleri gördükçe içimi kaplayan mutluluk suratımda sırıtışa dönüşmüştü, işte şimdi hikayemin içindeyim dedim kendime. 


Bu sokakları ilk kez görmeme rağmen o kadar tanıdık, o kadar yaşanılası geldi ki bana eğer önceki hayatlar diye bir şey varsa birinde Sevilla’da yaşamış olmalıyım. Bu huzur ve bu aidiyet duygusunun başka ne açıklaması olabilir ki?

Hostele vardıktan sonra hazırlanıp dışarı çıkmam saat 6’yı buldu. Sabahtan beri hiçbir şey yemediğim için karnım zil çalıyordu. Etsiz ve peynirsiz yemek arayışı Türkiye’de olduğundan daha da zordu sanırım burası için. Sevilla’da İngilizce konuşabilen çok az insan olduğu ve benim de İspanyolcam yok denecek kadar az olduğu için derdimi anlatmakta gerçekten zorlanıyordum. İspanya’da geçirdiğim sonraki günlerde “no carne no queso” demeyi öğrendim, her ne kadar telaffuzum da çok başarılı olamasam da anlamaları “no meat no cheese” e göre daha kolay oluyordu.

”Alameda de Hercules” , etrafında bir çok barın ve restaurantın bulunduğu büyükçe bir meydan, meydanın etrafındaki barları dolaşıyor ve  beni anlayabilecek bir yardım eli arıyordum. Sonunda İngilizce konuşabilen bir garson bulduğuma sevinecekken bu saate burada yiyecek bir şey bulamayacağımı bana söyleyince sevincim kursağımda kaldı. İspanya’da insanlar için akşam yemeği saati gece 9-10 civarındaymış, saat 6’da bira ve tapas servisi yapılırmış sadece. “Nasıl yani?” diyebildim sadece ama umudumu yitirmeyip aramaya devam ettim. Alameda etrafındaki sokaklardan biri olan Amor de Dios sokağından ilerledim, mutlaka açık ve yemek yiyebileceğim bir yer bulurum umuduyla ilerliyordum ve sonunda yemek servisi yapan bir bar bulup karnımı doyurmayı zor da olsa başarabildim.

Endülüs’e gelip de Flamenko gösterisi izlememek olmazdı tabi ki, akşam hostelin götüreceği bir Flamenko gösterisine katılmak için 9’da hostelde olacağıma dair görevli elemanla sözleşmiştik. Bu yüzden fazla  vaktim yoktu, sadece yürüyüp etrafı biraz öğrenmek maksadındaydım, gerçek Sevilla gezim Çarşamba günü olacaktı.

Yürüye yürüye mantar görünümde bir yapı olan Las Setas’a vardım, ne işe yaradığını çok anlamasam da estetik olarak hoş bir görüntü yarattığını söyleyebilirim. Las Setas’ın yanındaki sokaklardan rastgele yürüdüm,bir sağa bir sola rastgele dönüyordum. Kalabalık, daracık sokaklar ve her bir yan tapas barlarla ve insanlarla dolup taşıyor. Eğer  yalnız başına yürümeyi sevenlerdenseniz, siz de benim gibi bu ufak gezintiden büyük keyif alırdınız . Geçtiğim barlarda biranın sadece 1 Euro olduğunu öğrenince şaşırmışken yanından geçtiğim bir barda biranın 0,40 Euro olduğunu gördüğümde ise şaşkınlığım katbekat arttı. Keyifli bir yerdi burası, insanlar günün her saatinde biralarını yudumluyordu, sohbet edip eğleniyordu, sanki hiç dert, tasa yokmuşçasına yaşamaktan aldıkları keyif onlar için önemliydi.


Sokaklarda bir oraya bir buraya giderken kayboldum tabi ki, fakat telaşa gerek görmeden haritanın ve yoldan geçenlerin yardımıyla bir şekilde yolumu bulup hostele vardım. İspanyollar , İspanyolca bilmemenize rağmen onlar kendi dillerini konuşunca sizin de anlayacağınızı zanneden bir inanışa sahipler ( Türkiye’de bunun benzeri “yavaş” Türkçe konuşunca anlaşılacağının zannedilmesi olarak yer etmiş örneğin ), ama ne yalan söyleyeyim el kol hareketleri ve mimikler sayesinde anlaştım insanlarla.

Akşamki gösteri için biraz süsleneyim derken 9’da hostelden grup halinde çıkışı kaçırdım ve gösterinin yapılacağı bara yalnız  başıma, telaşla koşa koşa varmak zorunda kaldım. Neyse ki tam da zamanımda oradaydım, oturduğum gibi gösteri başladı. Mekanın adı "El Perro Andaluz". Mükemmel bir gösteri olduğunu söyleyemem, turistler için hazırlanmış bir Flamenko gösterisiydi ama Endülüs’te Flamenko izlemek o ruhu yaşamanızı sağlıyor, orası tartışılamaz. Grup palmas eşliğinde, suratlarına o hüzünlü ifade maskesini bürünüp şarkılarına başladılar. Ardından kadın dansçı ayaklandı , ateşli , sert ve kızgın bakışlarını seyircilere fırlatarak hınçla ayaklarını yerlere vuruyor, kollarını dairesel hareketlerde havada gezdiriyor, eteğini savuruyor, ellerini narince kıvırarak havada çiçekler yapıp onları dağıtıyor ve topluyordu .İzledikçe “ole” diye bağırmak geliveriyor insanın içinden. Sıra erkek dansçıya geldi ; önce birkaç seksi hareketler yaparak turist kızları cezbetmek derdine büründü, malum seksi danslar her yerde iş yapar mantığı burada da var. Bu birkaç flörtöz dans figüründen sonra biraz daha sert dansetmeye başlamıştı, ayaklarını takip etmek imkansızlaştı, dönüyor dönüyor yine ayaklarda coşuyor sonra yine dönüyor dönüyordu. Terden sırılsıklam bir haldeydi, döndükçe teri etrafa saçılıyordu ama o yorulmuyordu. Ve bitirdiğinde inanılmaz alkışı hak etmişti. Ardından kadın ve erkek birlikte sahnede yerlerini alıp Sevillanas yapmaya başladılar. Gördüğüm en iyi sevillanas değildi ama coşkulu ve eğlenceliydi. Selamlarını verirken güzel bir alkışı hak etmişlerdi.



Gösteriden sonra rehberin önerdiği “night tour”a katılmak saçma geldi, bilmem ne kadar euro karşılığında şehirdeki clubları gezdirecekler, pıfff. Kendi başıma sokaklar boyunca yürümenin bana daha çok keyif vereceğine karar verdim. Issız sokaklarda gece karanlığında amaçsızca yürürken birden kendimi hareketli bir sokakta buluyor, sonra tekrar ıssız bir sokağa dalıveriyordum. Burada geceler keyifli ve uzun  ama gece eğlenceleri yalnız başına gezen bir insanı cezbetmiyor tabi ki.


Sonunda yürüye yürüye Alameda’ya vardım. Bu meydanı sevmiştim, burada keyifle birkaç bira içip bir şeyler karaladım, etrafı izledim.Arada İngilizce konuşabilen birilerini bulunca onlarla kısa kısa sohbetler ediyordum. Keyifli saatlerdi ama ertesi sabah Granada’ya gideceğim için erken kalkmam gerekiyordu, çok da geç saatlere kadar uyanık olmasam iyi olur deyip uslu kız olarak hostelimin yolunu tuttum.  
Buenas noches Sevilla…



09.09.2013 - Sevilla