Facebook link

https://www.facebook.com/gezginyogini

23 Ekim 2013 Çarşamba

...y Sevilla , finalmente estoy aquí , ole :)


Bugün Roma’dan ayrılıp Sevilla’ya geçiyorum. İspanyol rüzgarı havaalanında Sevilla uçağı sırasında beklerken esmeye başladı bile. Atarlı atarlı birbirine bağıran, kahkahalarla gülüşen, yüksek sesle sohbet eden İspanyolların arasında uçak sırası bekliyorum.  Dediklerinden hiç bir şey anlamasam bile yansıttıkları enerji kendimi mutlu hissetmemi sağlıyor. Bu eğlenceli insanların yaşadığı topraklara, İspanya’ya gidiyorum, Endülüs’e,Flamenko’nun kalbine…

Yaklaşık 3 saatlik yolculuğun ardından Sevilla’ya ayak bastım sonunda. Havasını içime çektim, bir “oh be” dedim.

32 derece sıcakta sırtımda ve elimdeki çantalarla 15-20 dk yol yürüdükten sonra hostelin bulunduğu sokağa geldim. Vıcık vıcık ter olmama rağmen o daracık sokakları , alçak, güzel evleri gördükçe içimi kaplayan mutluluk suratımda sırıtışa dönüşmüştü, işte şimdi hikayemin içindeyim dedim kendime. 


Bu sokakları ilk kez görmeme rağmen o kadar tanıdık, o kadar yaşanılası geldi ki bana eğer önceki hayatlar diye bir şey varsa birinde Sevilla’da yaşamış olmalıyım. Bu huzur ve bu aidiyet duygusunun başka ne açıklaması olabilir ki?

Hostele vardıktan sonra hazırlanıp dışarı çıkmam saat 6’yı buldu. Sabahtan beri hiçbir şey yemediğim için karnım zil çalıyordu. Etsiz ve peynirsiz yemek arayışı Türkiye’de olduğundan daha da zordu sanırım burası için. Sevilla’da İngilizce konuşabilen çok az insan olduğu ve benim de İspanyolcam yok denecek kadar az olduğu için derdimi anlatmakta gerçekten zorlanıyordum. İspanya’da geçirdiğim sonraki günlerde “no carne no queso” demeyi öğrendim, her ne kadar telaffuzum da çok başarılı olamasam da anlamaları “no meat no cheese” e göre daha kolay oluyordu.

”Alameda de Hercules” , etrafında bir çok barın ve restaurantın bulunduğu büyükçe bir meydan, meydanın etrafındaki barları dolaşıyor ve  beni anlayabilecek bir yardım eli arıyordum. Sonunda İngilizce konuşabilen bir garson bulduğuma sevinecekken bu saate burada yiyecek bir şey bulamayacağımı bana söyleyince sevincim kursağımda kaldı. İspanya’da insanlar için akşam yemeği saati gece 9-10 civarındaymış, saat 6’da bira ve tapas servisi yapılırmış sadece. “Nasıl yani?” diyebildim sadece ama umudumu yitirmeyip aramaya devam ettim. Alameda etrafındaki sokaklardan biri olan Amor de Dios sokağından ilerledim, mutlaka açık ve yemek yiyebileceğim bir yer bulurum umuduyla ilerliyordum ve sonunda yemek servisi yapan bir bar bulup karnımı doyurmayı zor da olsa başarabildim.

Endülüs’e gelip de Flamenko gösterisi izlememek olmazdı tabi ki, akşam hostelin götüreceği bir Flamenko gösterisine katılmak için 9’da hostelde olacağıma dair görevli elemanla sözleşmiştik. Bu yüzden fazla  vaktim yoktu, sadece yürüyüp etrafı biraz öğrenmek maksadındaydım, gerçek Sevilla gezim Çarşamba günü olacaktı.

Yürüye yürüye mantar görünümde bir yapı olan Las Setas’a vardım, ne işe yaradığını çok anlamasam da estetik olarak hoş bir görüntü yarattığını söyleyebilirim. Las Setas’ın yanındaki sokaklardan rastgele yürüdüm,bir sağa bir sola rastgele dönüyordum. Kalabalık, daracık sokaklar ve her bir yan tapas barlarla ve insanlarla dolup taşıyor. Eğer  yalnız başına yürümeyi sevenlerdenseniz, siz de benim gibi bu ufak gezintiden büyük keyif alırdınız . Geçtiğim barlarda biranın sadece 1 Euro olduğunu öğrenince şaşırmışken yanından geçtiğim bir barda biranın 0,40 Euro olduğunu gördüğümde ise şaşkınlığım katbekat arttı. Keyifli bir yerdi burası, insanlar günün her saatinde biralarını yudumluyordu, sohbet edip eğleniyordu, sanki hiç dert, tasa yokmuşçasına yaşamaktan aldıkları keyif onlar için önemliydi.


Sokaklarda bir oraya bir buraya giderken kayboldum tabi ki, fakat telaşa gerek görmeden haritanın ve yoldan geçenlerin yardımıyla bir şekilde yolumu bulup hostele vardım. İspanyollar , İspanyolca bilmemenize rağmen onlar kendi dillerini konuşunca sizin de anlayacağınızı zanneden bir inanışa sahipler ( Türkiye’de bunun benzeri “yavaş” Türkçe konuşunca anlaşılacağının zannedilmesi olarak yer etmiş örneğin ), ama ne yalan söyleyeyim el kol hareketleri ve mimikler sayesinde anlaştım insanlarla.

Akşamki gösteri için biraz süsleneyim derken 9’da hostelden grup halinde çıkışı kaçırdım ve gösterinin yapılacağı bara yalnız  başıma, telaşla koşa koşa varmak zorunda kaldım. Neyse ki tam da zamanımda oradaydım, oturduğum gibi gösteri başladı. Mekanın adı "El Perro Andaluz". Mükemmel bir gösteri olduğunu söyleyemem, turistler için hazırlanmış bir Flamenko gösterisiydi ama Endülüs’te Flamenko izlemek o ruhu yaşamanızı sağlıyor, orası tartışılamaz. Grup palmas eşliğinde, suratlarına o hüzünlü ifade maskesini bürünüp şarkılarına başladılar. Ardından kadın dansçı ayaklandı , ateşli , sert ve kızgın bakışlarını seyircilere fırlatarak hınçla ayaklarını yerlere vuruyor, kollarını dairesel hareketlerde havada gezdiriyor, eteğini savuruyor, ellerini narince kıvırarak havada çiçekler yapıp onları dağıtıyor ve topluyordu .İzledikçe “ole” diye bağırmak geliveriyor insanın içinden. Sıra erkek dansçıya geldi ; önce birkaç seksi hareketler yaparak turist kızları cezbetmek derdine büründü, malum seksi danslar her yerde iş yapar mantığı burada da var. Bu birkaç flörtöz dans figüründen sonra biraz daha sert dansetmeye başlamıştı, ayaklarını takip etmek imkansızlaştı, dönüyor dönüyor yine ayaklarda coşuyor sonra yine dönüyor dönüyordu. Terden sırılsıklam bir haldeydi, döndükçe teri etrafa saçılıyordu ama o yorulmuyordu. Ve bitirdiğinde inanılmaz alkışı hak etmişti. Ardından kadın ve erkek birlikte sahnede yerlerini alıp Sevillanas yapmaya başladılar. Gördüğüm en iyi sevillanas değildi ama coşkulu ve eğlenceliydi. Selamlarını verirken güzel bir alkışı hak etmişlerdi.



Gösteriden sonra rehberin önerdiği “night tour”a katılmak saçma geldi, bilmem ne kadar euro karşılığında şehirdeki clubları gezdirecekler, pıfff. Kendi başıma sokaklar boyunca yürümenin bana daha çok keyif vereceğine karar verdim. Issız sokaklarda gece karanlığında amaçsızca yürürken birden kendimi hareketli bir sokakta buluyor, sonra tekrar ıssız bir sokağa dalıveriyordum. Burada geceler keyifli ve uzun  ama gece eğlenceleri yalnız başına gezen bir insanı cezbetmiyor tabi ki.


Sonunda yürüye yürüye Alameda’ya vardım. Bu meydanı sevmiştim, burada keyifle birkaç bira içip bir şeyler karaladım, etrafı izledim.Arada İngilizce konuşabilen birilerini bulunca onlarla kısa kısa sohbetler ediyordum. Keyifli saatlerdi ama ertesi sabah Granada’ya gideceğim için erken kalkmam gerekiyordu, çok da geç saatlere kadar uyanık olmasam iyi olur deyip uslu kız olarak hostelimin yolunu tuttum.  
Buenas noches Sevilla…



09.09.2013 - Sevilla

1 yorum: