Bugün Roma’dan ayrılıp Sevilla’ya geçiyorum. İspanyol
rüzgarı havaalanında Sevilla uçağı sırasında beklerken esmeye başladı bile.
Atarlı atarlı birbirine bağıran, kahkahalarla gülüşen, yüksek sesle sohbet eden
İspanyolların arasında uçak sırası bekliyorum.
Dediklerinden hiç bir şey anlamasam bile yansıttıkları enerji kendimi
mutlu hissetmemi sağlıyor. Bu eğlenceli insanların yaşadığı topraklara,
İspanya’ya gidiyorum, Endülüs’e,Flamenko’nun kalbine…
Yaklaşık 3 saatlik yolculuğun ardından Sevilla’ya ayak
bastım sonunda. Havasını içime çektim, bir “oh be” dedim.
32 derece sıcakta sırtımda ve elimdeki çantalarla 15-20 dk
yol yürüdükten sonra hostelin bulunduğu sokağa geldim. Vıcık vıcık ter olmama
rağmen o daracık sokakları , alçak, güzel evleri gördükçe içimi kaplayan
mutluluk suratımda sırıtışa dönüşmüştü, işte şimdi hikayemin içindeyim dedim
kendime.
Bu sokakları ilk kez görmeme rağmen o kadar tanıdık, o kadar
yaşanılası geldi ki bana eğer önceki hayatlar diye bir şey varsa birinde
Sevilla’da yaşamış olmalıyım. Bu huzur ve bu aidiyet duygusunun başka ne
açıklaması olabilir ki?
Hostele vardıktan sonra hazırlanıp dışarı çıkmam saat 6’yı
buldu. Sabahtan beri hiçbir şey yemediğim için karnım zil çalıyordu. Etsiz ve
peynirsiz yemek arayışı Türkiye’de olduğundan daha da zordu sanırım burası
için. Sevilla’da İngilizce konuşabilen çok az insan olduğu ve benim de
İspanyolcam yok denecek kadar az olduğu için derdimi anlatmakta gerçekten
zorlanıyordum. İspanya’da geçirdiğim sonraki günlerde “no carne no queso”
demeyi öğrendim, her ne kadar telaffuzum da çok başarılı olamasam da anlamaları
“no meat no cheese” e göre daha kolay oluyordu.
”Alameda de Hercules” , etrafında bir çok barın ve
restaurantın bulunduğu büyükçe bir meydan, meydanın etrafındaki barları
dolaşıyor ve beni anlayabilecek bir
yardım eli arıyordum. Sonunda İngilizce konuşabilen bir garson bulduğuma
sevinecekken bu saate burada yiyecek bir şey bulamayacağımı bana söyleyince
sevincim kursağımda kaldı. İspanya’da insanlar için akşam yemeği saati gece
9-10 civarındaymış, saat 6’da bira ve tapas servisi yapılırmış sadece. “Nasıl
yani?” diyebildim sadece ama umudumu yitirmeyip aramaya devam ettim. Alameda
etrafındaki sokaklardan biri olan Amor de Dios sokağından ilerledim, mutlaka
açık ve yemek yiyebileceğim bir yer bulurum umuduyla ilerliyordum ve sonunda
yemek servisi yapan bir bar bulup karnımı doyurmayı zor da olsa başarabildim.
Endülüs’e gelip de Flamenko gösterisi izlememek olmazdı tabi
ki, akşam hostelin götüreceği bir Flamenko gösterisine katılmak için 9’da
hostelde olacağıma dair görevli elemanla sözleşmiştik. Bu yüzden fazla vaktim yoktu, sadece yürüyüp etrafı biraz
öğrenmek maksadındaydım, gerçek Sevilla gezim Çarşamba günü olacaktı.
Yürüye yürüye mantar görünümde bir yapı olan Las Setas’a
vardım, ne işe yaradığını çok anlamasam da estetik olarak hoş bir görüntü
yarattığını söyleyebilirim. Las Setas’ın yanındaki sokaklardan rastgele yürüdüm,bir
sağa bir sola rastgele dönüyordum. Kalabalık, daracık sokaklar ve her bir yan
tapas barlarla ve insanlarla dolup taşıyor. Eğer yalnız başına yürümeyi sevenlerdenseniz, siz
de benim gibi bu ufak gezintiden büyük keyif alırdınız . Geçtiğim barlarda biranın
sadece 1 Euro olduğunu öğrenince şaşırmışken yanından geçtiğim bir barda
biranın 0,40 Euro olduğunu gördüğümde ise şaşkınlığım katbekat arttı. Keyifli
bir yerdi burası, insanlar günün her saatinde biralarını yudumluyordu, sohbet
edip eğleniyordu, sanki hiç dert, tasa yokmuşçasına yaşamaktan aldıkları keyif
onlar için önemliydi.
Sokaklarda bir oraya bir buraya giderken kayboldum tabi ki, fakat
telaşa gerek görmeden haritanın ve yoldan geçenlerin yardımıyla bir şekilde
yolumu bulup hostele vardım. İspanyollar , İspanyolca bilmemenize rağmen onlar
kendi dillerini konuşunca sizin de anlayacağınızı zanneden bir inanışa sahipler
( Türkiye’de bunun benzeri “yavaş” Türkçe konuşunca anlaşılacağının
zannedilmesi olarak yer etmiş örneğin ), ama ne yalan söyleyeyim el kol
hareketleri ve mimikler sayesinde anlaştım insanlarla.
Akşamki gösteri için biraz süsleneyim derken 9’da hostelden
grup halinde çıkışı kaçırdım ve gösterinin yapılacağı bara yalnız başıma, telaşla koşa koşa varmak zorunda
kaldım. Neyse ki tam da zamanımda oradaydım, oturduğum gibi gösteri başladı. Mekanın adı "El Perro Andaluz". Mükemmel bir gösteri olduğunu söyleyemem, turistler için hazırlanmış bir
Flamenko gösterisiydi ama Endülüs’te Flamenko izlemek o ruhu yaşamanızı
sağlıyor, orası tartışılamaz. Grup palmas eşliğinde, suratlarına o hüzünlü
ifade maskesini bürünüp şarkılarına başladılar. Ardından kadın dansçı ayaklandı
, ateşli , sert ve kızgın bakışlarını seyircilere fırlatarak hınçla ayaklarını
yerlere vuruyor, kollarını dairesel hareketlerde havada gezdiriyor, eteğini
savuruyor, ellerini narince kıvırarak havada çiçekler yapıp onları dağıtıyor ve
topluyordu .İzledikçe “ole” diye bağırmak geliveriyor insanın içinden. Sıra
erkek dansçıya geldi ; önce birkaç seksi hareketler yaparak turist kızları
cezbetmek derdine büründü, malum seksi danslar her yerde iş yapar mantığı
burada da var. Bu birkaç flörtöz dans figüründen sonra biraz daha sert
dansetmeye başlamıştı, ayaklarını takip etmek imkansızlaştı, dönüyor dönüyor
yine ayaklarda coşuyor sonra yine dönüyor dönüyordu. Terden sırılsıklam bir
haldeydi, döndükçe teri etrafa saçılıyordu ama o yorulmuyordu. Ve bitirdiğinde
inanılmaz alkışı hak etmişti. Ardından kadın ve erkek birlikte sahnede
yerlerini alıp Sevillanas yapmaya başladılar. Gördüğüm en iyi sevillanas
değildi ama coşkulu ve eğlenceliydi. Selamlarını verirken güzel bir alkışı hak
etmişlerdi.
Gösteriden sonra rehberin önerdiği “night tour”a katılmak
saçma geldi, bilmem ne kadar euro karşılığında şehirdeki clubları
gezdirecekler, pıfff. Kendi başıma sokaklar boyunca yürümenin bana daha çok
keyif vereceğine karar verdim. Issız sokaklarda gece karanlığında amaçsızca
yürürken birden kendimi hareketli bir sokakta buluyor, sonra tekrar ıssız bir
sokağa dalıveriyordum. Burada geceler keyifli ve uzun ama gece eğlenceleri yalnız başına gezen bir
insanı cezbetmiyor tabi ki.
Sonunda yürüye yürüye Alameda’ya vardım. Bu meydanı
sevmiştim, burada keyifle birkaç bira içip bir şeyler karaladım, etrafı
izledim.Arada İngilizce konuşabilen birilerini bulunca onlarla kısa kısa
sohbetler ediyordum. Keyifli saatlerdi ama ertesi sabah Granada’ya gideceğim
için erken kalkmam gerekiyordu, çok da geç saatlere kadar uyanık olmasam iyi
olur deyip uslu kız olarak hostelimin yolunu tuttum.
Buenas noches Sevilla…
09.09.2013 - Sevilla
Tambien, hablas Espanol?
YanıtlaSil